BİRİ FETÖ’YLE MÜCADELE Mİ DEDİ?

      Gün geçmiyor ki sabah kalktığınızda yapılan atamalarla vicdanlar sızlamasın. Şahit olduğunuz üzere ne 28 Şubat 1000 yıl sürdü ne de FETÖ’yle mücadele 3 yıl! Dolayısıyla artık 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü’nü kutlamanın acıları depreştirmesinden öte bir manası da kalmadı.

      Geçmişte FETÖ’ye övgüler düzüp bu kanlı yapı sayesinde makam, mevki sahibi olanlar bugün FETÖ’ye lanet okuyarak, FETÖ’yü kalkan olarak kullanarak işgal ettikleri makamları, mevkileri koruma uğraşındalar. Hem de geçmişlerini, söylediklerini, yaptıklarını bir çırpıda unutarak. Dolayısıyla hangi saikle olursa olsun siyasetin bukalemunları acilen devlet yönetiminden, kadrolarından uzaklaştırılmalı ve yargıya teslim edilmeli. İşte o zaman gerçek anlamda bir mücadeleden ve köklerin kazınmasından söz edilebilir.       

      Bu bağlamda asıl üzücü olan 17 senelik tek parti iktidarına ve tüm olan bitene rağmen yeni kadroların iş başına gelememesidir. Dönüp dolaşıp hep aynı kadroların, isimlerin görev alması da izahtan varestedir. Bu durum görev bekleyen liyakatli kişilerin umudunu kırdığı gibi toplumda da tamir edilmez yaralar açıyor.

      Son iki yazımızda işaret ettiğimiz üzere bugün Ali Babacan işaret fişeğini çaktı ve istifasını sundu. Ne gariptir ki 17 senedir ekonomik krizlere, askeri vesayete, kapatma davasına, 367 Anayasa krizine, muhtıralara, sokak hareketlerine, uluslararası lobilere karşı dimdik ayakta duran, FETÖ’nün kalkışmasına cansiperane direnen Ak Parti kardeş kavgasına kurban mı gidecek? Kimsenin, hiçbir gücün başaramadığını koltuk uğruna başaranları tebrik etmek lazım. 

    Biz elimizden geldiğince Anadolu’dan uyardık lakin başaramadık. Zira gücü Anadolu’da değil her daim iktidarın kayığına binen, ihalelerini kovalayan baronlar ve uzantılarında, siyasetin ve medyanın dalkavuklarındaaradıkları için sesimizi duyuramadık. Oysa ki bu kutlu davada yağan yağmurlarda da, 15 Temmuz’da da sokaklarda olan bizlerdik. 

    Şimdi arkası çorap söküğü gibi gelir mi hep beraber göreceğiz. Süreci uzatmak mümkün olsa da teşkilatlardan tutun, iş dünyasına, yıllarca arkasında durduğun yapılara kadar yeni kurulacak partiye kitlesel geçişler olacaktır. Muhafazakar bir ülkenin çok partili rejime geçmesinden sonra yıllara direnen kurumsal bir merkez sağ partisinin olmaması üzerine düşünülmeli ve bu durum sosyolojik olarak da yakından incelenmelidir. 

    Yeni bir çağa girerken biz hala bunları yaşıyor ve tartışıyorsak vay halimize. Artık kapitalizmin de sonuna yaklaşıyoruz. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, temel ihtiyaç maddelerine ulaşımdaki zorluklar yeni bir dünya düzenini zorunlu kılıyor.